Hüzünlü Ada: Gökçeada

Hüzünlü Ada: Gökçeada

Bir gezgin ve keşif meraklısı için Covid-19 ile eve kapanmanın zorluğunu tahmin edebilirsiniz.  Bu tarz zorlu süreçlerde direnci ve ümidi yüksek tutup, fırsatlar yaratmak önemlidir. Bunun için aldığım kişisel aksiyonlardan biri Türkiye içinde muhtelif gezi rotaları oluşturmak oldu. Kısıtlamaların kalkması ile de bu rotaları hayata geçirmek için yollara düştüm. İlk rotam Ege keşfi ile başladı. Rotanın ilk durağı ise Gökçeada idi. Açıkçası Gökçeada, yaptığım ilk güzergahın üzerinde yer almıyordu. Daha önce hiç gitmediğim ve fikir sahibi olmadığım bu adayı gezi planına koymamıştım. Ancak Gökçeada’ya daha önce gitmiş arkadaşlarımın tavsiyelerini dikkate alarak bu adayı araştırmaya başladım. Kitaplar okudum, kısa belgeseller seyrettim. Adanın hikayeleri beni o kadar etkiledi ki rotamın ilk durağını Gökçeada yapmaya karar verdim.

Bu yazımda Gökçeada’yı benim penceremden izliyor olacaksınız. Bu ada için neden “Hüzünlü Ada: Gökçeada” başlığını attığımın detaylarını da yazımın içerisinde buluyor olacaksınız.

Evet artık yola çıkma zamanı;

İstanbul’dan sabahın erken saatlerinde, Çanakkale Kabatepe Limanından 13:00’de kalkacak feribota yetişmek üzere yola çıktık. Öncelikle şunu belirtmem gerek ki eğer Gökçeada’ya araba ile gidecekseniz ilk yapmanız gereken, feribot biletinizi gidiş-dönüş olarak online satın almak olmalı. Ondan sonra otel, restoran rezervasyonlarınızı yapmanızda fayda var. Aksi takdirde otel rezervasyonu yapıp da feribot ’da yer bulamazsanız başınız dertte 🙂 Aşağıda Gestaş’ın adresini bulabilirsiniz.

https://gdu.com.tr/sefer-tarifeleri

İstanbul’dan yola çıktıktan sonra Çanakkale’ye gidene kadar muhteşem renk cümbüşü ile ayçiçek tarlaları size yolculuğunuzda eşlik ediyor. Ayçiçek demişken, İngilizce ve birçok dilde ayçiçeğin adı sunflower (güneş çiçeği) olarak geçer. Bizde de bazı bölgelerde günebakan veya günçiçeği olarak adlandırılan ve yüzünü hep güneşe dönen bu çiçeğe niye “ayçiçeği” denmiş acaba? Sorunun yanıtını ben bulamadım, bilen varsa aşağıda yorum kısmına yazsın lütfen 🙂

Yaklaşık 4,5 saatlik yolculuktan sonra Çanakkale Kabatepe limanına varıyoruz.  Online biletimiz olduğu için, öncelikli yoldan sıra beklemeden feribota biniyoruz. Bir saat, yirmi dakikalık yolculuktan sonra artık Gökçeada’dayız.

Adaya varır varmaz daha önce rezervasyonunu yaptığımız adanın kuzeyinde yer alan Kaleköy’deki otelimize (Eflin) doğru hareket ediyoruz. Yirmi dakikalık bir yolculuğun ardından otelimizdeyiz.

İnternetten araştırarak bulduğum bu butik otel, gerçekten eski taş yapısı, otantik görünümü ile etkileyici bir mekân. Sahibi Cemal Bey ve eşi Şirin Hanım tarafından işletiliyor. Otelin ismi Eflin, çocuklarının ismiymiş ve “Cennete Açılan Kapı” anlamına geliyormuş. Mekân kaliteli, temiz ve süper bir kahvaltısı var. Ayrıca Cemal Bey, gerçekten misafirlerine karşı çok yakın ve yardımsever. Adadaki gezimizde hem doğru yerlere yönlendirme hem de rezervasyon konularında bize çok destek verdi. Bunun dışında otelin bir dezavantajı, diğer benzer otellerde olduğu gibi kendine ait bir otoparkı yoktu. Dar sokaklarda kendinize bir yer bulmanız gerekiyor. Ama açıkçası bu durum bize büyük bir sıkıntı yaratmadı, çünkü Cemal bey, yine bu konuda da hızır gibi yetişti 🙂 Bu otelin en önemli başka bir avantajı ise, Türkiye’den seyredilebilecek en iyi gün batımı noktasına yalnızca üç dakika yürüme mesafesinde olması.

https://www.eflinbutikotel.com

Artık Gökçeada (İmroz) gezisine başlama zamanı. Otele girişi halledip, odamıza yerleştikten sonra hiç vakit kaybetmeden “Gökçeada Kent Müzesi’ne” hareket ediyoruz. 

Gökçeada (Imbroz-Imvros- İmroz) ile ilgili Genel Bilgiler ve Kent Müzesi

Gökçeada’ya öncelikle Kent Müzesini gezerek başlıyoruz. Kent Müzesinde gördüklerim ve daha önce yaptığım araştırmalar ile Gökçeada ile ilgili genel bilgilere şöyle bir bakalım.

İmroz, 1970 yılında Türkçeleştirilmiş adıyla Gökçeada, Türkiye’nin en büyük adasıdır. Ege denizinin kuzeyinde olan bu ada aynı zamanda Türkiye’nin en batı noktasında bulunmaktadır. Adanın 2021 itibariyle nüfusu 10.000 civarındadır ve ağırlık nüfus Türklerden oluşmaktadır. Gökçeada’nın gerçek ismi Imbros veya Imvrus olup, ismi Latinceden gelmektedir. Boğazların giriş kapısında yer alan bu ada, tarih boyunca stratejik bir köprü rolü oynamıştır. Persler, Romalılar, Doğu Romalılar (Bizans), Venedikliler ve Cenevizler bu coğrafyada belirli periyotlarda hakimiyet kurmuşlardır. Daha sonrasında, 1455’te ada Os­man­lılar tarafından ele geçirilmiştir. Fakat Os­man­lı­ ile Ve­ne­dik­ ara­sın­da ge­çen sa­vaş­lar­la zaman zaman, ada el de­ğiş­tirmiştir. 1800’lü yıl­la­rın ba­şın­da ise bir­çok Ege ada­sı, Yu­na­nis­tan’a bı­ra­kıl­ma­sı­na rağ­men Gök­çea­da Os­man­lı yönetimi altında kalmıştır.

1912 ta­rih­li 1. Bal­kan Sa­va­şı sı­ra­sın­da Yu­na­nis­tan Gökçeada’yı tekrar işgal etmiş. 1913 tarihli Ati­na Ant­laş­ma­sı ile Gökçeada ve Boz­caa­da dı­şın­da­ki tüm Ege Ada­la­rı Yu­na­nis­tan’a ve­rilmiştir. Ama bu ara­da baş­la­yan Bi­rin­ci Dün­ya Sa­va­şı se­be­biy­le Yu­nan­lı­lar ada­nın kontrolünü ellerinde tutmaya devam etmiştir.

Gökçeada (İmroz), Lo­zan Ba­rış Ant­laş­ma­sı so­nu­cun­da 22 Ey­lül 1923 ta­ri­hin­de Tür­ki­ye Cum­hu­ri­ye­ti top­rak­la­rı­na ka­tıl­mıştır.

Kent Müzesine gittiğinizde, Gökçeada (İmroz) tarihi yukarıdaki şekilde anlatılıyor. Buna karşın yakın tarih (1950-1980) biraz hızlı geçiliyor. Türkiye’nin farklı illerinden İmroz’a farklı nedenlerle yapılan göçlerden bahsediliyor ve çok detay verilmiyor. Okuduğum, gördüğüm ve anladığım kadarı ile buraya geniş bir parantez açmakta fayda var. 

Gelin Gökçeada’nın yakın tarihine birlikte bakalım.

Lozan anlaşması ile İmroz (Gökçeada) ve Bozcaada bazı şartlarla Türkiye’ye devrediliyor. İmroz Adası ile Bozcaada’daki gayrimüslim yerel halkın can ve mal güvenliğini sağlayan aşağıdaki 14.madde bu koşulları belirliyor.

1950’lere kadar Rumlar ve Türkler, problemsiz bir şekilde birlikte yaşıyorlar. 1955’de İstanbul’daki 6-7 Eylül olayları ile adada yavaş yavaş huzurlar kaçmaya başlıyor. Türkiye ve Yunanistan arasında gerginleşen Kıbrıs konusu sonucu olarak, nüfusunun büyük bir çoğunluğu Rum olan adada, 1960’lar itibariyle Türkleştirme politikaları sert biçimde hayata geçirilmeye başlanıyor. Bu nokta itibariyle de burada yıllarca Türklerle kardeşçe yaşayan, Türkiye’de askerlik yapan, kendini ayrı-gayrı görmeyen birçok Rum ailenin hayatı kabusa dönmeye başlıyor.

İlk yapılan eylemlerden biri; Rum okullarının önce Türkçe eğitime geçmesi ardından kapatılması oluyor. 1964 yılında Milli Güvenlik Kurulu’nun 35 sayılı kararıyla, İmroz’u Türkleştirme politikaları resmi olarak hayata geçiriliyor. Bunlardan bazıları;

Adanın en hareketli ve en büyük köyü olan Dereköy’ün civarına “açık cezaevi” kuruluyor. Bu cezaevi ile Türkiye’den getirilen kontrolsüz mahkumların bazıları maalesef ada halkına kâbus yaşatmaya başlıyor.  Rumlara karşı hırsızlık başta olmak üzere maalesef aklınıza gelebilecek en kötü olaylar bu dönemde gerçekleşmeye başlıyor. Güvenlik bu insanlar için en önemli problemlerden biri oluyor.

Bunun dışında Devlet Üretme Çiftliği ve Jandarma Er Eğitim Taburu gibi yeni projeler için, Rum’ların elindeki zeytinlikler ve topraklar yok fiyatlarına istimlak ediliyor.

1960’larda başlayan Türkleştirme politikaları hedefine ulaşıyor. Adadaki Rum nüfusun yaklaşık %90’ı İstanbul başta olmak üzere Yunanistan ve Avustralya’ya göç ediyor. Bu politika günümüzde sadece Gökçeada’da 200 kadar ağırlıklı yaşlı bir nüfusun kalmasına neden oluyor. Öncelikle Rum köylerinin isimleri değişiyor ardından da 1970’te İmroz, Gökçeada oluyor.

Özetle, Kıbrıs’ta Türk azınlığın uğradığı zulüm İmroz’u Gökçeada’ya dönüştürmüş. Bunun bedelini de masum birçok Rum ailesi ödemiş. Rum köylerini gezerken, bu hüznün izlerini görebiliyorsunuz.   

Kent Müzesinde bulunmayan bu önemli bilgileri paylaştıktan sonra parantezi kapatıp, tekrar Kent Müzesine dönelim.

2017 yılında açılan Gökçeada Kent Müzesi, adanın sosyal ve ekonomik geçmişi ile ilgili bilgiler edinebileceğiniz bir müze. Süngercilik, Zeytincilik, Arıcılık, Küçükbaş Hayvancılık gibi gelir kaynakları hakkında detaylı bilgilere sahip olabiliyorsunuz. Ayrıca müzede Rum’ların bir zamanlar sürdürdüğü yaşama dair birçok eşya ve fotoğraf bulabilirsiniz. Ayrıca Gökçeada’da yaşayan Türkiye’nin ilk palyaçosunun sahne kostümleri ve eşyalarının sergilendiği bir bölüm de bulunuyor.

Gökçeada merkezde yer alan müze, Cumartesi ve Pazar kapalı. Hafta içi 09:00 – 19:00 saatleri arasında ziyaret edebilirsiniz.

Artık Adanın köylerini gezme vakti…

Gök­çea­da’ya gelip de Rum köylerini gezmeden, denize girip bu adadan ayrılıyorsanız Gökçeada’ya gittim demeyin. Geçmişte korunaklı olsun diye tepeler üzerine kurulmuş bu köyler hem doğal güzellikleri ve manzaraları, hem de tarihsel özellikleri ile sizi büyülüyor. Ayrıca göç­ler­le bir­lik­te boş ve bakımsız kalan köy ev­le­ri­nin durumunu görünce, bu yazının başlığının neden hüzünlü ada konulduğunu bir kez daha anlama fırsatı buluyorsunuz. 

Bunun yanında Rum’lara ait ilk, orta ve lise okullarının tekrar açılması ve bir kısım Rum’ların tekrar Gökçeada’ya dönmesi gerçekten çok güzel gelişmeler. Bu durum Rum köylerinde hissedilen hüznün bir gün sona ereceğine dair inancınızı arttırıyor. Kardeşçe birlikte yaşayan bu iki toplumun bir daha bir araya gelmesi, hiç şüphe yok ki bu adanın neşesini ve keyfini daha da arttıracaktır.

Şimdi Gökçeada merkezde bulunan Kent Müzesinden Zeytinliköy’e doğru yol alıyoruz. Bu arada aşağıdaki haritadan da göreceğiniz üzere Rumların yaşadıkları köyler adanın kuzey ve orta kesimlerinde tepeler üzerine kurulmuştur.

Zeytinliköy 

Zeytinliköy’ün orijinal Rumca adı, Aya Theodori. Etrafını çevreleyen zeytin ağaçlarından ismini almıştır. Araba ile geldiğinizde köyün içine araç ile giremiyorsunuz. Köyün girişinde bir otopark mevcut, arabanızı buraya bırakabilirsiniz.

Otoparktan yukarı doğru çıktığınızda, elli yıl sonra, 2013 yılında tekrar hizmete açılan Rum ilkokulu ile karşılaşıyorsunuz. Uzun yıllar kullanılmayan ve büyük bölümü yıkılmış halde bulunan bu okul kapsamlı tadilattan geçirilmiş. 

Adanın en eski kilisesi olan Agios Georgios Kilisesi de Zeytinliköy’de yer alıyor. Ortodoks Hristiyanları’nın ruhani lideri olan 1.Bartholomeos 1940 yılında Zeytinliköy’de doğmuş. 

Keyifli bir Rum köyü olan Zeytinliköy’ün Arnavut kaldırımlı dar sokaklarında güzel bir dibek kahvesi içip, sakızlı muhallebi yiyebileceğiniz kafeler mevcut. 

Ayrıca Zeytinliköy’ün girişinde bulunan “Son Vapur” Meyhanesinde bir akşam yemeği yeme fırsatı bulduk. Restoranda “İmroz geleneksel lezzetleri’ adı altında adaya özgü yemekler sunulmasının yanında canlı müzik olması da hoştu. 

Şimdi artık Zeytinliköy’den Tepeköy’e hareket zamanı, baraj manzarası ile kısa bir yolculuktan sonra Tepeköy’e varıyorsunuz.

Yine aracınızı köyün dışında bırakmak zorundasınız. Burada bir otopark bulamadık, yolun kenarına koyup, köye giriş yaptık.

Tepeköy 

Eski adı Agridia olan Tepeköy, Volkanik Aya Dimitri tepesinin yamacında nefis manzaralara nazır Gökçeada’nın en yüksekte konumlanan köyü. Agridia Yunanca’da küçük tarlalar anlamına geliyormuş.

17.yüzyılda kurulmuş ve nüfusu 1200’lere ulaşmış köy, yukarıda anlattığım nedenlerden dolayı 1964 sonrası bir hayalet köye dönüşmüş. Ancak son yıllarda köylerine geri dönen Rumlar sayesinde Tepeköy yeniden yavaş yavaş canlanmaya başlamış.

Dönüşün öncüsü Tepeköy’de doğmuş Yorgo olmuş. Yorgo, köy içerisinde Barba Yorgo isimli bir Rum tavernasını işletmeye başlamış. Baba Yorgo’nun şu anki yeri hemen köyün girişinde.

Açıkçası ben köy meydanında bulunan ve yine meşhur mekanlardan biri olan Angelikis’i tercih ettim. Angelika da köye dönen Rumlardanmış. Her ne kadar bir hafta önce yaptırdığım rezervasyonu unutsa da :), burada Yunan ve Türk müzikleri ile keyifli bir akşam yemeği yiyebilirsiniz.

Ayrıca Angelikis’in olduğu meydanda bol sohbetli ve keyifli bir köy kahvesini de görmek mümkün. Özetle köy meydanı görülmeye değer bir mekân.

Son olarak adanın Rum Lisesi de yine Tepeköy’de yer alıyor. Gökçeada’da farklı kültürlerin beraber yaşaması için bu okullar, önemli bir fırsat sunuyor. Yani buradan göç etme durumunda kalan Rum’ların çocukları ve torunları tekrar adaya döndüklerinde, kendi dilleriyle okuma imkanına sahip oluyorlar. Bu da geçmişin acılarına bir nebze sünger çekmek adına güzel bir adım.

Simdi artık Dereköy’e gitme vakti…

Dereköy

Eski ismi Shinudi olan Dereköy, adanın en hüzünlü noktası. Dereköy adanın en büyük köyü iken şu an adada yaşanan haksızlık ve acıların en iyi hissedildiği bir yer olarak göze çarpıyor. Dereköy, sinemaları, tiyatrosu, zeytinyağı imalathanesi, çamaşırhanesi ile adanın hem sosyal hem de ekonomik merkezi iken, bugün yıkılmış ve boş olan Rum evleri size insanoğlunun acımasız yüzünü bir kez daha gösteriyor.

İnsanın, kendi türü ile savaşı, kavgası, çatışmaları dünya oluşumundan beri süregeliyor. İnsanın içinde bulunan melek ve şeytan kavgasını iyi bilenler devir içinde, insanın bu özelliğini, kendi çıkarları ve kirli siyaset oyunları için kullanmış ve kullanmaya devam ediyor. Kıbrıs’ta Rumların Türklere çektirdikleri acıların tersini, Dereköy ağırlıklı olmak üzere İmroz’un birçok yerinde hissedebiliyor ve görebiliyorsunuz.

Adanın kuzeyinde yer alan Kaleköy’deki otelimize doğru gitmeden önce Kaleköy’e çok yakın bir mesafede olan diğer bir Rum köyü Bademli’ye, eski adıyla ise Gliki köyüne doğru hareket ediyoruz. 

Eski Bademli Köyü

Yine bu küçük köyün içinde park etmek mümkün değil. Köyün en yüksek noktasında bir park yerine aracımızı park ediyoruz.

Aracı park edip arabadan çıkar çıkmaz, dağın tepesinde bir çoban ve köpeğin bir keçiyi yakalama sahnesi ile karşılaşıyoruz. Bu koşuşturmanın galibinin kim olduğunu göremedik :). Yüksek tepelerden köye doğru gözden kayboldular. 

Tepelerden arkamızı dönüp, baktığımızda muhteşem bir manzara ile karşı karşıya kaldık.  Ufukta kuzey Ege denizi ve Semadirek Adası sizi selamlıyor. Bademli köyü konumu nedeniyle adanın balkonu olarak da adlandırılıyor.

Bademli, koruma altındaki dört Rum köyünden biri. Allahtan birileri koruma altına almış, aksi takdirde bu tepelere villalar çoktan çakılmıştı 🙁

Tepede aracımızı bıraktıktan sonra, daracık köy sokaklarından geçerek, köy meydanına geliyoruz. Küçük bir köy meydanında sizi asırlık bir dut ağacı ile, Filos isimli bir tarihi kahve karşılıyor.  

Bu güzel tarihi mekânda, sakızlı muhallebimizi yedikten sonra Sten Ada’ya gidiyoruz. Köyün en güzel kahvesini içebileceğiniz yerlerden biri Sten Ada Cafe. Kafenin sahibesi de küçükken adadan ayrılmak zorunda kalıp, son dönemde adaya tekrar dönenlerden biri. Kafenin girişindeki fotoğraflar tarihte buranın nasıl canlı ve keyifli bir yer olduğunu çok net anlatıyor. 

Burada frapelerimizi içtikten sonra, köyün dar sokaklarında yürüyoruz.

Tekrar tepedeki arabamıza giderken bu köyün meşhur asırlık Çınar ağacına uğruyoruz. Bu ağacın altında bir fotoğraf çektirmeyi unutmuyoruz 🙂

Kaleköy

Eski ismi ile Kastro (Yunanca Kale anlamına geliyor), antik dönemden kalma adanın ilk yerleşim merkezi. Kalenin yapılmasının ana amacı ise adayı korsanlardan korumak.

Yukarı Kaleköy’de bulunan otelimize üç dakikalık mesafede olan kale kalıntılarından gün batımını seyretmek gerçekten muhteşem.

Kayalıklar üzerine konumlanmış Poseidon’da güzel bir yemek ve içki eşliğinde bu manzaranın keyfini çıkartabilirsiniz.

Yukarı Kaleköy’de bir de “Mustafa’nın Kayvesi” altını çizmek gerekebilir. Asırlık ağaçların altında, süper dinlendirici huzur dolu bir mekan. Bu güzel bahçe içinde çay, kahve içmek istiyorsanız buraya mutlaka uğrayın. Ben deneyemedim ama serpme kahvaltısı da çok meşhur diyorlar.

Şimdi aşağı Kaleköy’e yani limanın oraya doğru inelim.

Adanın en eski yerleşimlerinden olan Kaleköy, geçmişte adanın dışa açılan kapısıymış. Kuzulimanı’nın devreye alınması ile birlikte büyük liman özelliğini yitirmiş.

Liman içerisinde birçok restoran ve kafe mevcut. Tavsiyeler içerisinde yer alan Eleni Rum Meyhanesi de yine aşağı Kaleköy’de limanın içinde yer alıyor.

Evet, köyleri gezdikten sonra, bir de deniz-plaj durumunu anlamak için adanın güneyine gidiyoruz. Ada bol rüzgar aldığı için, sakin bir deniz arayanlar veya sörf yapmak isteyenler bir gün önceden rüzgâr durumunu anlamak için uygulamalara bakarak doğru plajı seçebilirler. Biz de adanın güneydoğusunda yer alan Aydıncık plajına gidiyoruz. Aydıncık (Kefaloz) Plajı Gökçeada’nın en ünlü plajlarından biri. Çok güzel ince bir kuma sahip. Tavsiye alarak gittiğimiz yer “Suna Beach”. Gayet temiz ve iyi bir servisi var. Burada birkaç saat deniz ve kumun keyfini çıkarıyoruz.

Fotoğraftan göreceğiniz üzere rüzgârı bol olan bu ada sörfçüler için bir cennet.

Eşelek ve Adanın Güneyi

Öğlen yemeği için Aydıncık plajının kuzeyinde yer alan Eşelek’e hareket ediyoruz. Bir zamanlar Çanakkale’nin Biga ilçesine bağlı Eşelek Köyü, baraj yapımı nedeniyle sular altında kalıyor. Köy halkı Gökçeada’ya kurulan bu yeni köye getiriliyor. 

Tarım ve hayvancılıkla uğraşan köy halkı, köyün etrafındaki elverişli arazileri ekip biçiyor, bazıları pansiyonculukla uğraşıyor.

Yine elimizde iki tavsiye edilen yer var ve ikisi de yan yana. Bunlardan biri Briza İmroz. Diğeri ise daha salaş bir yer olan, tabelası dahi olmayan:) ve genelde lokal insanların tercih ettiği “Maidenin Yeri”. Biz açıkçası Maide Hanım’ın yerini seçtik. Ömer de yemekleri çok sevdi, Maide Hanım’a özel bir teşekkür etti 🙂

Yemeğimizi yedikten sonra adanın güneydoğusundan, güneybatısına doğru giden sahil yolundan adayı keşfetmek için yola çıkıyoruz.

Dar ve virajlı sahil yolu biraz heyecan yaratsa da, yol boyunca gördüğünüz güzellikler sizi büyülüyor. Adanın güneyinde yerleşim yeri yok. Bir yanınızda muhteşem deniz manzarası, diğer yanınızda ise keçilerin otladığı tepeler, size seyahatinizde eşlik ediyor.

Yol güzergahı üzerinde denize girilebileceğiniz koylar da var. Kapıkaya ve Laz Koyu gibi.

Laz Koyu plajı, ufak, keyifli fakat biraz kalabalık bir koy. Burada şemsiye, şezlong ve yeme & içme hizmetlerini alabileceğiniz bir işletme mevcut. Rüzgarlı adanın en sakin koyu olarak da biliniyor.

Artık adadan ayrılma zamanı. Ege turu için Gökçeada’ya ayırdığımız bir buçuk günü gerçekten dolu dolu ve keyifli geçirdik. Ancak bu kısa zamanda mutlaka kaçırdığımız bir şeyler olmuştur. Eğer sizin de, bu yazıda mutlaka olmalıydı dediğiniz bir şeyler var ise aşağıdaki “Bir Cevap Yazın” bölümüne yorumlarınızı yazarak bu yazıyı zenginleştirebilirsiniz.

Her zaman iyilik, barış ve doğallığın hüküm sürmesi dileğiyle,

Sevgiler


“Muhteşem Ada : Kıbrıs” yazımı okumak için aşağıdaki görsele tıklayabilirsiniz.

Bir yorum bırakın

Mail adresiniz yayınlanmayacaktır.

Mail Aboneliği