Belgrad: Önyargılarla Geldim, Farkındalıklarla Dönüyorum

Belgrad: Önyargılarla Geldim, Farkındalıklarla Dönüyorum

Bugüne kadar hep etrafında gezinip durduğum, öte yandan kendisini bir türlü gezmeyi gündemime almadığım bir şehir oldu Belgrad. Sırbistan’a dair taşıdığım önyargılardan ötürü olsa gerek, Belgrad’ı gezmiş görmüş dostlarımın tüm olumlu sözlerine, görüşlerine rağmen uzun süre seyahat planlarımda yer veremedim bu şehre.

Ancak Karadağ’ı keşfettikten sonra, sınır komşusu olan bu şehri görmenin de nihayet vaktinin geldiğine karar verdim ve İstanbul’dan Belgrad’a üç günlük bir seyahat planladım.

Bu yazımda sizlere bir yandan Belgrad’daki gezi deneyimlerimi anlatırken, her gezi notumda olduğu gibi bir yandan da bu ziyaretin bana kattığı bakış açılarını, kendime ve hayata dair öğrendiklerimi ve kazandığım farkındalıkları paylaşacağım. 

Gezinin bendeki izdüşümüne dair kısa bir sufle vererek başlamam gerekirse, bu yolculuk bende en çok önyargılarımı sorgulama fırsatı sunduğu için farklı bir yer edindi, bana öğrenmenin yaşı yokmuş diye bir kez daha dedirtti. 

İşte Bu Geziden Çıkardığım En Önemli Dersler;

Tarihin Derin İzleri: Belgrad’ın Çok Katmanlı Kültürü

Belgrad, tarih boyunca birçok farklı kültürün etkisi altında kalmış bir şehir. Bu, ona eşsiz bir kimlik kazandırıyor. Keltler’den Bizans İmparatorluğu’na Osmanlılar’dan Avusturya-Macaristan’a kadar uzanan çok sayıda medeniyetin izleri şehrin ruhunda hâlâ hissediliyor. Şehrin dört bir yanındaki farklı dönemlerden kalma yapılar, Belgrad’ın ne kadar çok katmanlı bir tarihe sahip olduğunu gösteriyor. Özellikle Kalemegdan Parkı ve Kalesi, Sava ve Tuna nehirlerinin birleştiği noktada, Belgrad’ın stratejik önemini ve tarihî derinliğini gözler önüne seriyor. Bu parkta, tarih boyunca birçok milletin izini sürerken, doğayla iç içe derin bir huzur da bulmak mümkün.

Önyargılarımı Kıran Bir Deneyim: İnsanlar ve Kültürler Hakkında Genelleme Yapma Refleksi

Bosna Savaşı’ndan ötürü Sırplara karşı bazı önyargılarım vardı. Ancak Belgrad’da tanıştığım insanlar, bu önyargılarımı sorgulamama sebep oldu. Özellikle Novi Sad’da karşılaştığım misafirperver bir Sırp aile, genellemelerden kaçınmam gerektiğini bir kez daha hatırlattı. Ayrıca “Siyah Giyen Kadınlar” hareketi hakkında araştırma yapmak, farklı bakış açıları kazanmama vesile oldu. Bu anti-militarist ve feminist hareket, 1990’larda Sırbistan’ın milliyetçi politikalarına ve Balkan Savaşları’na karşı bir protesto olarak doğmuş. Bir kez daha gördüm ki, bir toplumu tek bir kalıba sokmak hemen değiştirmemiz gereken hatalı bir refleks.

Nikola Tesla’ya Sahip Çıkma: Bir Ülkenin Dehasına Duyduğu Saygı

Sırpların, dünya bilim tarihine damga vurmuş Nikola Tesla’ya sahip çıkmaları ve çıkış şekilleri, yine bu gezinin bende iz bırakan en önemli noktalarından biriydi. Belgrad’daki Nikola Tesla Müzesi, Tesla’nın bilimsel başarılarını ve ilham veren hayat görüşünü gelecek nesillere aktarmada büyük rol oynuyor. Tesla’nın yaşamını ve icatlarını yakından görmek, çağının ötesindeki buluşlarına tanıklık etmek büyük bir zevk. Bu müze, bir ülkenin değerli insanlarına nasıl sahip çıkması gerektiğinin çok güzel bir örneği.

Eğlenmeyi Bilen Bir Şehir: Sanat, Kültür ve Gece Hayatı

Belgrad, eğlenmeyi bilen bir şehir ve bu kültür her kesime hitap eden seçenekler sunuyor. Geleneksel müziklerin çaldığı kafanoların yanı sıra, hareketli gece kulüpleri de mevcut. Sanat ve kültür, şehrin günlük yaşamının bir parçası. Tiyatro konseptli restoranlar ya da bohem atmosferiyle ünlü Skadarlija Caddesi gibi yerler, sanatın yaşamla iç içe olduğunu hissettiriyor.

Dürüstlük ve Saygı, Bir Ülkenin Gelişmişliğinin Anahtarıdır

Bir ülkenin gelişmişliği sadece ekonomik göstergelerle ölçülmez. Bence, bir toplumun medeniyet seviyesini en iyi gösteren unsurların başında dürüstlük ve karşılıklı saygı gelir. Belgrad’da bazı kötü niyetli taksi şoförlerinin turistlerden fazla ücret alması, daha da ötesi resmen dolandırması ve bu durumun devlet tarafından yeterince ciddiye alınmaması, ülkenin dışarıya yansıyan imajını olumsuz etkiliyor. Türkiye’de de sıkça karşılaştığımız bu durumlar, bir ülkenin insanlarının itibarını ve ülkeye duyulan güveni ciddi anlamda zedeleyen bir unsur. 

Cebime koyduğum bu değerli derslerle, şimdi gelin, keyifli üç günlük Belgrad gezimizin detaylarına bakalım.

Seyahatim öncesinde, her zamanki gibi önemli yerleri ve gastronomi duraklarını özenle araştırıp planladım. Otel tercihim, şehrin kalbinde, Cumhuriyet Meydanı’na yakın Terazije Caddesi üzerinde oldu.

İstanbul’dan Belgrad’a yalnızca bir buçuk saatlik uçuşla varılıyor, bu da şehri bize oldukça yakın kılıyor. Ayrıca, vize gerektirmeyen bir destinasyon olması büyük bir avantaj. Ancak Nikola Tesla Havaalanı’na indiğinizde dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, sahtekâr taksiciler. İyi İngilizce konuşan bu kişiler, özellikle resmi taksi duraklarının önünde sizi yanıltmaya çalışıyor. Şehir içinde de resmi taksi plakalı araçlarla aynı dolandırıcılığı yapabiliyorlar ve normal ücretin 3-5 katı kadar yüksek fiyatlar çıkarabiliyorlar. Bu tür olumsuzluklardan kaçınmak için taksinizi mutlaka resmi duraklardan veya otelden çağırın. Her durumda, taksiye binmeden önce gideceğiniz yerin tahmini ücretini mutlaka sorun. Eğer net bir rakam vermiyor ve sadece “taksimetreye bakarız” diyorsa, kesinlikle araca binmeyin çünkü farklı tarifelerle karşılaşabilirsiniz. Örneğin, havaalanından şehir merkezine ulaşım 2.500-3.000 dinar civarında olmalı. Hadi en fazla 3.500 dinar olabilir, ancak önceden sormazsanız çok daha yüksek bir fatura ile karşılaşabilirsiniz. Benim gibi tatsız bir sürpriz yaşamamanız için bu noktaya dikkat edin.

Bu önemli detaya dikkat ettikten sonra, gelin gezimizin diğer detaylarına bakalım.

Belgrad’ın Önemli Gezilecek Yerleri;

İlk gün akşam saatlerinde otele yerleştikten sonra kendimizi hemen Belgrad’ın kollarına atıyoruz. İlk durağımız otelimize 5 dakika yürüme mesafesinde bulunan Cumhuriyet Meydanı oluyor.

Cumhuriyet Meydanı (Trg Republike): Belgrad’ın Kalbi

Cumhuriyet Meydanı, 19. yüzyılda Belgrad’ın en önemli kentsel projelerinden biri olarak inşa edilmiş. Modern Belgrad’ın doğuşunu simgeleyen bu alan, Yugoslavya döneminde adı değişmeyen nadir önemli yerlerden biri olma özelliğini taşıyor. Meydanın ortasında yer alan, at üzerindeki Prens Mihailo Obrenović’in bronz heykeli ise bu meydanın simgesi. Heykel, Sırbistan’ın Osmanlı İmparatorluğu’ndan bağımsızlığını kazanmasında önemli bir rol oynayan Prens Mihailo’yu onurlandırmak amacıyla dikilmiş. Prensin Osmanlı’ya karşı kazandığı zafer ve Sırp topraklarını birleştirme çabası, heykelin ana temasını oluşturuyor.

Meydanın sağında yer alan Sırbistan Ulusal Tiyatrosu, 1869 yılında kurulmuş olup bir bina. Opera, bale ve drama gibi sanat dallarında önemli gösterilere ev sahipliği yapıyor. Biz de tiyatronun içine göz atmak istedik, fakat ne yazık ki “kapalıyız” diyerek bizi içeri almadılar. 😊

Prens Mihailo heykelinin arkasında yer alan Sırbistan Ulusal Müzesi ise ülkenin en büyük ve en eski müzelerinden biri. 1844 yılında kurulan bu müze, Sırbistan ve Balkanlar’ın tarihine, kültürüne ve sanatına dair geniş bir koleksiyona sahip. Bu müzeyi, gezimizin üçüncü gününde ziyaret ettik. İlerleyen satırlarda biraz daha detaylı değineceğim.

Şimdi Belgrad’ın meşhur Knez Mihalova Caddesine doğru yol alıyoruz. Knez Mihalova Caddesinin bir ucu Cumhuriyet Meydanı, diğer ucu ise meşhur Tasmegdan.  

Knez Mihailova Caddesi: Belgrad’ın Tarihi ve Kültürel Kalbi

Belgrad, yazımın başında da belirttiğim gibi, tarih boyunca pek çok farklı kültürün izlerini taşıyan, zengin geçmişi ve canlı şehir yaşamıyla etkileyici bir başkent. Şehrin kalbinde ise hem yerel halkın hem de turistlerin ilgisini çeken önemli bir nokta var:

Knez Mihailova Caddesi. Bu cadde, biraz bizim İstanbul’daki İstiklal Caddemizi andırıyor.

Şehrin en popüler ve en işlek yürüyüş caddesi olan Knez Mihailova, adını az önce Cumhuriyet Meydanında heykelini görmüş olduğunuz Sırp prensi Mihailo Obrenović’ten alıyor. “Knez”, Sırpça prens anlamına geliyor. Prens, Sırbistan’ın bağımsızlık hareketine öncülük etmesi ve Osmanlı İmparatorluğu’ndan daha fazla özerklik kazanmasını sağlamasının yanı sıra büyük bir reformcu, modern Sırbistan’ın en aydın hükümdarı olarak kabul ediliyor. Onun döneminde birçok hukuki, ekonomik ve askeri reform gerçekleştirilmiş, Belgrad altyapısı modernleştirilmiş. Ayrıca, Balkan halklarının Osmanlı karşıtı bir ittifak kurma çabalarına da destek vermiş ünlü bir lider.

Knez Mihailova Caddesi, 19. yüzyılda bugünkü hâlini almış ve o zamandan beri Belgrad’ın en önemli ticaret ve kültür merkezi olarak kabul ediliyor. Cadde boyunca sıralanan tarihi binalar, daha çok 19. ve 20. yüzyıl Sırp burjuvazisinin etkisiyle şekillenmiş. Sürekli bir medeniyetten başka bir medeniyete devrolan şehir maalesef 41 kere yıkılıp tekrar inşa edilmiş. Bu cadde de sanki bunun canlı bir kanıtı. Her dönemden kalma bir bina var, tüm dönemler yan yana, omuz omuza temsil edilmiş. Son aşamada 19. Ve 20. yüzyılda eklenen yapılar, dönemin ünlü mimarları tarafından tasarlanmış ve günümüzde mağazalar, galeriler, bankalar ve restoranlar olarak kullanılmakta.

Hatta bu cadde üzerinde LC Waikiki gibi global marka olma yolunda önemli adım atan bir şirketimizi görmek de beni mutlu etti.

Tarihi yapıları, mağazaları, kafeleri ve sokak sanatçıları ile bu cadde, Belgrad’ın ruhunu keşfetmek isteyenler için ideal bir başlangıç noktası. Sokak sanatçılarının eserleri ise caddeye ayrı bir renk katıyor. 

Bu arada, Knez Mihailova Caddesi’nin bir üst sokağında, mola vermek isteyenler için harika mekanlar bulunuyor. Bu mekanlarda soğuk bir içecek ya da kahve içmek; bir yandan dinlenirken bir yandan şehir yaşamını izlemek oldukça keyifli. 

Enteresan bir başka yapı da caddenin ortasında yer alan Osmanlı motifleri ile bezeli bir çeşme. Bu da caddeye farklı bir hava katmış.

Caddenin sonuna doğru, modern bir alışveriş kompleksi olan Rajićeva Alışveriş Merkezi bulunuyor. 2017 yılında açılan bu merkez, Belgrad Kalesi’ne ve şehrin diğer tarihi bölgelerine oldukça yakın bir konumda yer alıyor. Alışveriş merkezinde, yerel markalarla birlikte uluslararası markalar da mevcut. O yüzden hem alışveriş hem de sosyal etkinlikler için tercih edilen bir adres haline gelmiş.

Bu caddenin sonunda (alışveriş merkezini geçtikten sonra, kale meydana yakın) 56 numaralı binada ise Turizm Bilgilendirme Ofisi bulunuyor. 

Bu ofiste dikkatimi çeken iki enteresan konu oldu. 

Bunlardan ilki, genelde yurtdışında diğer ülkelerin turizm bürolarında pek Türkçe bilgilendirme broşürüne denk gelmezdim. Belgrad’daki bu ofiste farklı farklı başlıklar için Türkçe broşürler mevcuttu. 

Diğer bir konu da yerel bir rehber eşliğinde ücretsiz bir yürüme turu imkânı sunulması. Her ne kadar aslında detaylı bir gezi planı ve gideceğimiz yerlerin ön bilgilerini toparlamış olsam da yerel bir rehberden çok daha fazla kültürel detay öğrenme imkânımız olur düşüncesi ile bu fırsatı kaçırmayalım dedik. İyi ki de öyle yapmışız 🙂 Yürüme turunda kullanılan dil İngilizce ve ilk bölümü yaklaşık 1,5 saat sürüyor. 1,5 saat sonunda yaşadığınız deneyim hoşunuza giderse yaklaşık kişi başı 10 € ödeyerek turu 2,5 saate tamamlayabiliyorsunuz ya da arzu ederseniz gruptan herhangi bir ücret ödemeden ayrılabiliyorsunuz. Bu çalışma modeli de çok hoşumuza gitti. Yerel rehberin tura devam etmenizi sağlamak için turu ilginç ve eğlenceli kılma motivasyonu içinde olması, bir grup ile şehrin sokaklarını gezmek çok iyi bir kurgu.  

Tur, sabah saat 11.00’de merkezi bir konumda bulunan Cumhuriyet Meydanı‘nda başlıyor. Meydanda sizi sarı şemsiyeli rehber karşılıyor. Turun rotası, Cumhuriyet MeydanıSkadarlijaOsmanlı döneminden kalma Bayraklı Camii ve Kalemegdan‘ı kapsıyor. Tur, Rajićeva Alışveriş Merkezi‘nin önünde sona eriyor. 

Eğer İngilizce ile ilgili bir sıkıntınız yoksa, bu turu kesinlikle tavsiye ederim. Özellikle bizim rehberimiz gerçekten işini çok iyi yapıyordu, bu da turu daha keyifli hale getirdi.

İkinci gün kahvaltımızı yaptıktan sonra Cumhuriyet meydanında rehberimizle buluşup Skadarlija’a  doğru hareket ediyoruz.

Skadarlija: Belgrad’ın Bohem Ruhu

Belgrad’ın en karakteristik ve tarihi bölgelerinden biri olan Skadarlija, şehrin kalbinde yer alan ve bohem yaşam tarzını yansıtan bir mahalle. Bu şirin sokak, Belgrad’ın kültürel ve sanatsal dokusunu hissetmek isteyenler için mükemmel bir mekân. Skadarlija, 19. yüzyıldan günümüze uzanan zengin tarihi, taş döşeli yolları, nostaljik kafeleri ve geleneksel Sırp mutfağı sunan restoranlarıyla meşhur.

Skadarlija’nın kökenleri 19. yüzyılın sonlarına dayanıyor.  Bu dönemde, sanatçılar, yazarlar, aktörler ve şairler, Belgrad’ın bu bölgesini bir araya gelmek, fikir alışverişinde bulunmak ve ilham bulmak için tercih ediyorlarmış. Bu nedenle Skadarlija, Sırbistan’ın sanat ve edebiyat sahnesinde önemli bir yer edinmiş. Zamanla, mahalle bohem kültürünün simgesi haline gelmiş ve bu gelenek günümüze kadar devam etmiş. 

Bohem Restoranlar (Kafana): Skadarlija, Belgrad’ın en ünlü restoranlarına ve kafelerine ev sahipliği yapıyor.  Özellikle “Tri Šešira” gibi tarihi kafanalar hem yerel halk hem de turistler arasında popüler durumda.  Biz maalesef kofana deneyimini bu tarihi mekanlarda yaşayamadık.  Hemen ertesi akşam vakit kaybetmeden soluğu Skadarlija’da almış olsak da çok yoğun bir talep olduğunu fark ettik. Aklınızda olsun, bu mekanlara girmek için mutlaka birkaç gün, hatta bazıları için bir hafta önceden rezervasyon yaptırmak gerekiyor. Bizim kalış süremiz buna elvermedi, bizim gelmeden önce rezervasyon yaptırmamız gerekirmiş 🙂

Tabii buraya kadar gelmişken buranın havasını koklamadan, geleneksel Sırp müziği eşliğinde Sırp mutfağını deneyimlemeden kös kös otelimize dönmek olmazdı 🙂  Biz de pas geçmeyelim deyip, şansımızı Zlatki Bokal’da deneyelim istedik. Zaten rehberimiz Skadarlija’da tarihi olsun olmasın herhangi bir kofanada kötü bir deneyim yaşama ihtimalimiz olmadığının garantisini vermişti, o yüzden gönül rahatlığı ile boş yer bulunca hemen masamıza yerleştik 🙂  Şansımıza Sırp bir arkadaş grubunun doğum günü kutlamasına denk geldik. İnsanların keyifli vakit geçirdikleri bu özel caddedeki kofanalarda bir akşam yemeği hiç fena olmuyor, tavsiye olunur. 

Skadarlija’nın ardından rotamızı Bayraklı Camiye çeviriyoruz. 

Bayraklı Camii: Belgrad’ın Osmanlı Mirası

Belgrad’ın tarihî zenginliği, farklı medeniyetlerin izlerini taşıyan mimari yapılarla da kendini gösteriyor. Osmanlı döneminden kalma nadir yapılardan biri olan Bayraklı Camii, hem kültürel hem de tarihî açıdan büyük bir öneme sahip. 16. yüzyılın ikinci yarısında inşa edilen bu cami, Osmanlı İmparatorluğu’nun Belgrad’daki varlığının bir sembolü. O dönemde bölgede inşa edilen birçok camiden geriye kalan tek ibadete açık yapı olması da bu camiyi özel kılıyor.

Bayraklı Camii, adını, minarelerine asılan ve İslamiyet’i simgeleyen bayraklardan almış. Ezan vakitlerinde bayrakların asıldığı bu minare, şehrin her köşesinden görülürmüş. Caminin avlusuna adım attığınızda, bu tarihî mirasın izlerini hâlâ canlı bir şekilde hissediyorsunuz. Osmanlı’dan bugüne gelen nadir eserlerden biri olan bu cami hem inanç hem de kültürel bir sembol olarak Belgrad’ın tarihinde önemli bir yer tutuyor.

Bir fotoğraf çekerken fark ettiğim ayrıntı ise minaredeki yeşil Türk bayrağıydı. Yeşil zemin üzerine beyaz ay yıldızın işlendiği bu bayrak, caminin Osmanlı’dan kalan mirasını daha da anlamlı kılıyor.

Şimdi rotamızı Belgrad’ın en ünlü ve tarihî bölgesi olan Kalemegdan’a çeviriyoruz. 

Belgrad’da Kalemegdan: Tarih ve Doğa İç İçe

Kalemegdan, Belgrad’ın kalbi sayılabilecek bir yer. Hem tarihî bir kale hem de huzurlu bir park olan bu kompleks, Sava ve Tuna nehirlerinin birleştiği stratejik bir noktada yer alıyor. Antik bir yerleşim alanı olarak Keltler tarafından M.Ö. 3. yüzyılda kurulan Kalemegdan, yüzyıllar boyunca birçok kez yeniden inşa edilmiş ve her döneme kendi kültürel izlerini bırakmış. 

Kalemegdan ismi, Türkçe’den geliyor; “kale” ve “meydan” kelimelerinin birleşimi.

Osmanlı İmparatorluğu’nun izlerini taşıyan bu alan hem Bizans hem de Avusturya-Macaristan dönemlerinden kalma yapılarla zenginleşmiş. Her yeni hükümdar, kaleye kendi kültürel dokunuşunu katmış ve ortaya bugünkü Kalemegdan çıkmış.

Kalemegdan Parkı’nda yürürken, tarihî kapılardan geçmek, bir zamanlar şehrin savunma mekanizmasının bir parçası olan bu yapıları yakından görmek oldukça etkileyici. Kapılar, sadece birer giriş noktası değil; aynı zamanda Belgrad’ın çok kültürlü tarihini ve direncini simgeliyor.

Kale içinde Osmanlı dönemine ait eserler de bulunuyor. Damat Ali Paşa Türbesi, Osmanlı veziri Damat Ali Paşa için yaptırılmış bir anıt mezar olarak, 1716 yılında Petervaradin Savaşı’nda hayatını kaybeden bu önemli Osmanlı devlet adamını onurlandırıyor.

Yine kalede yer alan Sahat Kula, Osmanlılar tarafından 18. yüzyılda inşa edilmiş bir saat kulesi. Klasik Osmanlı tarzındaki bu kule hem savunma hem de estetik amaçlı yapılmış.

Kalemegdan, sadece bir kale ve park değil, aynı zamanda Sırp tarihinin önemli anılarını yaşatan bir yer. Bu alanda çeşitli anıtlar yer almakta ve her biri, Belgrad’ın ve Sırbistan’ın geçmişindeki önemli olaylara ve kişilere adanmış durumda. Park’ın içinde bulunan Fransız Anıtı bunların en görkemlerinden biri. 

Kalemegdan Parkı’nın bir köşesinde yer alan bu anıt, Birinci Dünya Savaşı sırasında Fransa’nın Sırbistan’a yaptığı yardımları anmak için dikilmiş. Anıtta, Fransa’yı simgeleyen bir kadın figürü yer almakta ve Sırp askerlerine cesaret vermekte.

Parkın huzurlu atmosferi ve tarihî dokusuyla bir arada olmak, gerçekten büyüleyici bir deneyim. Ayrıca, gün batarken şehrin nefes kesici panoramik manzarasını seyretmek de unutulmaz anlardan biriydi. 

Artık rehberimizle vedalaşıp, daha önceden planladığım güzergâhı takip etmeye başlıyoruz. İlk durağımız Aziz Mark Kilisesi ve hemen yanında yer alan Tašmajdan Parkı.

Aziz Mark Kilisesi: Belgrad’ın Sessiz Tanığı

Aziz Mark Kilisesi, Sırbistan’ın Ortodoks mirasını en görkemli şekilde yansıtan yapılardan biri. Kırmızı ve sarı tuğlalarıyla göz kamaştıran bu kilise, 20. yüzyılın başlarında inşa edilmiş ve Bizans tarzının izlerini taşıyor. Kilisenin içine girdiğinizde huzur veren bir sessizlik sizi karşılıyor. Yüksek tavanları, duvarlarını süsleyen ikonaları ve mistik atmosferiyle etkileyici bir mekân. 

Aziz Mark Kilisesi’nin özellikle 1999 NATO bombalamaları sırasında zarar görmesine rağmen bugün ayakta durması, bir nevi Belgrad halkının zorluklar karşısında gösterdiği direnci simgeliyor. 

Tasmajdan Parkı: Belgrad’ın Sakin ve Yeşil Cenneti 

Tasmajdan Parkı, Belgrad’ın en eski ve en önemli yeşil alanlarından biriymiş. 1950’lerde düzenlenmiş ve şehrin hızla büyüyen sanayi ve ticaret alanlarının arasında bir nefes alma noktası olarak tasarlanmış. Park, adını Belgrad’ın eski Tasmajdan Mezarlığı’ndan alıyor; bu mezarlık, parkın oluşturulmasından önceki dönemde burada bulunuyormuş. Park, Belgrad’ın kentsel gelişimine önemli bir katkıda bulunmuş ve şehir halkının dinlenme ihtiyacını karşılamak için ideal bir yer haline gelmiş.

Tasmajdan Parkı, geniş yeşil alanları ve iyi bakımlı bahçeleri ile biliniyor.

Şimdi rotamızı Nikola Tesla Müzesine çeviriyoruz.

Tesla Nikola Müzesi: Bilimin ve İnovasyonun Kalbi

Tesla Nikola Müzesi, 1952 yılında kurulmuş. Her saat başında gruplar halinde müzeye giriş yapılıyor. İlk olarak, Tesla’nın yaşam hikayesini konu alan bir video gösterisi izliyorsunuz, yaklaşık 20 dakika sürüyor. Müze içinde Tesla’nın çeşitli buluşlarının yanı sıra kişisel eşyaları, günlükleri, yazışmaları, fotoğrafları gibi birçok tarihi belge ve nesne sergileniyor. 

Müzede Tesla’nın icatları ve bilimsel çalışmaları konu uzmanı br rehber tarafından uygulamalı olarak anlatılıyor. Bu demonun yapıldığı özel bölümde, ziyaretçilere Tesla’nın elektromıknatıslar, alternatif akım ve radyo dalgaları gibi buluşları hakkında bilgi veriliyor. 

Özetle bu müze, bilim ve teknolojiyi daha eğlenceli hale getirmek, interaktif tarzıyla ziyaretçileri elektrik akımı ile tanıştırmak ve Tesla’nın çalışmalarıyla ilgili daha fazla bilgi edindirmek anlamında iyi tasarlanmış bir yaşam alanı.

Aziz Sava Katedrali: Belgrad’ın İkonik Dini Yapısı

Belgrad’daki gezimiz sırasında beni en çok etkileyen yerlerden biri Aziz Sava Katedrali oldu. Bu görkemli yapıyı ilk gördüğümde büyüklüğünden ve zarif mimarisinden etkilendim. Katedral, Ortodoks dünyasının en büyük dini yapılarından biri olma özelliğini taşıyor ve gerçekten de şehrin önemli simgelerinden biri. İnşaatının uzun yıllara yayılması ve hala bazı detaylarının tamamlanmamış olması, şehrin geçmişine tanıklık ediyor olduğunu sembolize ediyor gibi.

Katedrali gezmek gerçekten etkileyici bir deneyim. İç mekâna girdiğimde, devasa kubbe ve altın mozaikler hemen dikkatimi çekti. Her şey o kadar görkemli ve özenle yapılmış ki insan kendini adeta başka bir dünyada hissediyor. İçeride henüz tamamlanmamış bazı yerler olsa da bu bile katedrale ayrı bir hava katıyor. Özellikle de dini ikonaların işçiliği ve freskler oldukça etkileyiciydi.

Aziz Sava Katedrali’nin tarihçesi de ilginç. Osmanlı döneminde yıkılan Aziz Sava’nın kalıntılarına ithafen inşa edilmiş ve bu nedenle Sırp halkı için derin bir anlam taşıyor. 

İkinci günün akşamında otelimizin hemen karşısında yer alan Hotel Moskva’ya da uğramayı ihmal etmiyoruz.

Hotel Moskva: Belgrad’ın Tarihi ve Şık İkonu

Şehrin en ikonik yerlerinden biri olan Hotel Moskva, tarihi binasıyla kentin merkezinde yer alan bir otel. Hem mimarisiyle hem de atmosferiyle gerçekten etkileyici. 

İçeri girdiğimizde, zamanın adeta yavaşladığını hissettim; otelin nostaljik havası beni büyüledi. Kafesinde bir kahve molası verdik ve muhteşem olduğu söylenen ünlü pastalarını tatma fırsatı bulduk. Yediğimiz tatlının hafifliği ve içtiğimiz kahvenin tadı, Belgrad’daki en keyifli anlarımızdan biri olarak hafızama kazındı. Şehrin tarihi dokusunu hissetmek ve bu güzel lezzetleri tatmak için ideal bir durak!

Son günümüze otelimize çok yakın olan Cumhuriyet Meydanındaki ulusal müzeyi ziyaret ederek başlıyoruz.

Belgrad’ın Kültürel Hazinesi: Ulusal Müze 

Belgrad’daki National Müze’yi ziyaret etmek, şehrin derin tarihine ve kültürel zenginliğine yakından tanıklık etmemizi sağladı. Müze, geniş koleksiyonuyla gerçekten etkileyici; antik dönemlerden modern sanat eserlerine kadar birçok dönemi kapsıyor. İlk katta genel antik dönem eserleri yer alırken diğer katlarda orta ve yakın çağa ait ressamların eserleri ön plana çıkıyor. 

Müzenin düzeni ve sunumu oldukça iyi tasarlanmıştı, her parça dikkatle yerleştirilmişti. Eğer Belgrad’a yolunuz düşerse, mutlaka görülmesi gereken bir yer. Sanat ve tarih severler için tam bir hazine!

Belgrad’daki gezimizin son durağı Ada Ciganlija…

Belgrad’ın Sakin Cenneti: Ada Ciganlija

Belgrad’a geldiğinizde, şehrin doğayla buluştuğu en güzel yerlerden biri olan Ada Ciganlija’ya mutlaka uğramalısınız. Şehir merkezinden taksi veya toplu taşıma araçlarıyla rahatlıkla ulaşabileceğiniz bu doğa harikası hem dinlenmek hem de güzel vakit geçirmek için ideal. Bizim gittiğimiz gün hava yağışlıydı, bu yüzden Ada Ciganlija her zamankinden çok daha sessizdi. Bu sakinlik, doğanın keyfini çıkarabilmemiz için harika bir fırsat sundu. Ayrıca, adada keyifli restoranlar bulunuyor. Ben de bu restoranlardan birini deneme şansı buldum ve deneyimimi “Gastronomi Durakları” bölümümde paylaşacağım.

Önemli gezilecek yerleri paylaştıktan sonra, şimdi biraz da gastronomi duraklarına göz atalım. Bu bölümde her zaman temkinli oluyorum çünkü restoran tavsiyeleri gerçekten duruma göre değişiklik gösterebiliyor. Örneğin, yurt dışında son iki defa gittiğim bir restorana üçüncü kez gittiğimde, tamamen farklı bir tat ve atmosferle karşılaştım. Muhtemelen ya sahipleri ya da aşçısı değişmişti. Restoran işletmeciliğinde hem Türkiye’de hem de dünyada sürdürülebilirlik gerçekten önemli bir sorun. Ancak, buna rağmen genel olarak hem atmosferi hem de yemekleriyle keyif aldığımız birkaç restoranı aşağıda paylaşıyorum.

Gastronomi Durakları

Manufaktura, Belgrad’ın en popüler restoranlarından biri olarak hem yerli halk hem de turistler arasında oldukça seviliyor. Knez Mihailova Caddesi’ne yakın konumuyla şehrin kalbinde yer alan bu restoran, özellikle geleneksel Sırp mutfağını modern bir dokunuşla sunmasıyla ünlü. Manufaktura’nın öne çıkan özelliği ise leziz yemekleri kadar, renkli ve samimi atmosferi. Özellikle açık hava oturma alanı, yaz aylarında keyifli bir deneyim sunuyor. Yerel lezzetleri denemek ve keyifli bir akşam geçirmek isteyenler için harika bir durak.

Little Bay, Belgrad’da hem yemekleri hem de benzersiz atmosferiyle dikkat çeken bir restoran. Opera temalı dekorasyonu ve kırmızı kadife perdeleriyle adeta bir tiyatro sahnesinde yemek yiyor gibi hissediyorsunuz. Menüde, Avrupa mutfağından çeşitli lezzetler sunuluyor ve porsiyonlar oldukça cömert. Hem yemeklerin kalitesi hem de restoranın sanatsal havası, burayı unutulmaz kılan unsurlar arasında.

Belgrad’ın kalbindeki Cumhuriyet Meydanı’na yakın konumuyla dikkat çeken Boutique Cafe & Restoran, şehirdeki kahvaltı için favori duraklarımızdan biri oldu. Hem yerel halkın hem de turistlerin sıklıkla tercih ettiği bu mekân, şık bir dekorasyona ve sıcak bir atmosfere sahip.

Bakara Restoran, Belgrad’ın sakin ve huzurlu noktalarından biri olan Ada Ciganlija bölgesinde yer alıyor. Sava Nehri kıyısında konumlanan bu restoran, özellikle güzel manzarasıyla öne çıkıyor. Hem yerel Sırp mutfağından hem de uluslararası lezzetlerden seçenekler sunan menüsü, geniş bir yelpazeye sahip. Restoran sahibi Bosko Sakovic çok cana yakın biriydi, keyifli bir sohbetimiz oldu. Güzel pişileri ve omleti ile keyifli bir kahvaltı yapma fırsatı bulduk Bakara Restoran’da. Tavsiye edilir!

Çok kısa olarak Sırp Mutfağından da bahsedeyim. Sırp mutfağı tipik bir Balkan mutfağı. Farklı kültürlerden etkilenmiş ve bizim damak tadımıza çok uygun pek çok yemeğe sahip.

İşte Sırbistan’ın öne çıkan geleneksel yemeklerinden birkaçı;

Ćevapi (Ćevapčići)
İçindekiler: Kıyma (genellikle karışık dana ve kuzu eti), soğan, sarımsak, tuz, biber.
Bu köfte şeklindeki küçük etler, ızgarada pişiriliyor ve genellikle ince pide ekmeği ile servis ediliyor. Yanında soğan, ajvar (biber sosu) ve kaymak (kremalı peynir) ile servis ediliyor. Bizim İnegöl köfte formatında.

Ajvar
İçindekiler: Kırmızı biber, patlıcan, sarımsak, yağ, tuz.
Biberden yapılan bu sos, genellikle kahvaltılarda ekmeğin üzerine sürülerek tüketiliyor.

Kajmak
İçindekiler: Kremalı süt, tuz.
Süt kremasının fermente edilip tuzlanmasıyla elde edilen kaymak, yoğun bir tada sahip.

Sarma
İçindekiler: Lahana yaprağı, kıyma, pirinç, soğan, baharatlar.
Sırp usulü lahana sarması, fermente edilmiş lahana yapraklarına sarılan kıyma ve pirinç karışımıyla yapılıyor.

Pljeskavica
İçindekiler: Kıyma (dana, kuzu, domuz veya karışık), soğan, baharatlar.
Büyük ve yassı bir köfte olan pljeskavica, ızgarada pişiriliyor. Genellikle sandviç şeklinde sunuluyor ve üzerine çeşitli soslar ekleniyor. Sırp usulü Hamburger köftesi gibi.

Börek 

İçindekiler: Yufka, kıyma (isteğe bağlı peynir veya ıspanak), yağ, soğan, tuz.
Sırbistan’da oldukça popüler olan börek, ince yufka katmanları arasına kıyma, peynir ya da ıspanak doldurularak yapılıyor. Özellikle kahvaltılarda veya atıştırmalık olarak tüketiliyor. Sokak lezzeti olarak da her köşe başında bulunan fırınlarda satılıyor. 

Özün sözü bir Türk’ün burada aç kalması mümkün değil 🙂

Son Söz;

Belgrad’da geçirdiğim bu üç gün, başlangıçtaki tüm önyargılarımı alt üst etti. Şehir, tarihî zenginliği, misafirperver insanları ve etkileyici kültürüyle beni fazlasıyla etkiledi. Şimdi buradan hem güzel anılarla hem de farkındalıklarla ayrılıyorum. Ancak itiraf etmeliyim ki taksiciler konusunda hâlâ içim rahat değil. Bu sorunun çözülmesi, Belgrad’ın dışarıya sunduğu bu güzel imajı tamamlayacak son parça olabilir. Yine de şehirden aldığım pozitif duygular ve yaşadığım unutulmaz deneyimler, bu olumsuzluğu gölgede bırakıyor.

Yeni bir deneyimde görüşmek üzere,

Sevgiler. 

Deneyim Sefi

Bir yorum bırakın

Mail adresiniz yayınlanmayacaktır.

Mail Aboneliği